GenelYazarlardanYazılar

BÖLGEMİZDE NELER OLUYOR? -Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde Yeni Dönem mi?!-

Malum proje bağlamında ABD’nin “strateji değişimi”nin netleşmesiyle (2011-2013) başlayan süreçte, Türkiye-ABD ilişkilerinde farklı dönemler yaşanmaktadır. Bilhassa 7 Ekim Aksa Tufanı harekâtı ile deşifre edilen ABD-İsrail’in katliam/soykırım ve işgal planı sonrasında da ABD-Türkiye ilişkilerinde “yeni bir dönem mi” yaşanmaktadır tartışmaları gündemdedir. Dikkat edilirse yeni dönemin en belirgin özelliği, bölgesel ve küresel değişim sürecinde tam anlamıyla bir dönüm noktası yaşanıyor olmasıdır. ABD/Batı’nın güç kaybetme sürecinin hızlandığı bir dönem. Dolayısıyla da “Siyonist Terör Örgütü/Devleti” İsrail’in de küresel güçlerin arka planda bulunduğu ayrıcalıklı bir yapı olmaktan çıkma sürecinin de başlangıcı söz konusudur…

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın ABD ziyaretleriyle birlikte bölgemizdeki gelişmelerin yanı sıra, ‘Türkiye ile ABD ilişkilerinde yeni bir dönem mi?’ tartışmaları da gündemin önemli maddelerinden biri haline geldi. ABD-Türkiye ilişkilerinde, -İsveç’in NATO’ya katılım süreci ve F-16 alımı düzlemindeki- yakınlaşmalar, özellikle Türkiye’nin “ihtiyatlı” bir dille devamında yarar umduğu gelişmeler yaşandı. Ukrayna’daki gelişmeler, nasıl İngiltere’den Asya-Pasifik’e kadar malum dalgalanmalara neden olmaktaysa Gazze’deki durdurulamayan soykırımın bölgeye yansımaları da Hindistan’dan Akdeniz’e, Afrika’dan tüm geçiş güzergahları/koridorlarına kadar güçlü bir şekilde etki yapmakta…

Başkan yardımcılığı döneminde başlayan ve başkan seçildiği zamandan beri de güçlenerek devam eden Biden’ın “yeni Türkiye” karşıtı tavrı herkesin malumudur. Ne var ki Biden, bilhassa Gazze’de yaşanan soykırımın açık destekçisi olması nedeniyle hızla güç kaybına uğradı. Ve Biden’ın Kasım-2024 seçiminde zorlanacağı, hatta seçimi kaybedebileceği de konuşulmaktadır. Dolayısıyla Biden’ın, bir taraftan kendi geleceğini kurtarmak üzere, diğer taraftan da ABD’nin geleceği için yeni adımlar atma zorunluluğuyla karşı karşıya bulunduğu söylenebilir. ABD’nin, son zamanlarda, küresel ve bölgesel krizlerde Türkiye ile stratejik işbirliklerini öne çıkarma niyetini belirginleştiren adımları doğru okunmalıdır. Buna karşılık, denge/dengeci politikalarla, -güvenlik ve gelecek kaygılarının gereklerini yapmaya çalışan- sistem içi çıkış arayışındaki Türkiye de son zamanlarda gündeme gelen küresel ve bölgesel krizlerin ortaya çıkardığı fırsatları kendi lehine kullanmak üzere adımlar atmaktadır. Aynı zamanda Türkiye, bölgede giderek güçlenen riskleri de ihtiyatlı adımlarla, kontrol altında tutmak için dikkatli davranmaya özen göstermektedir. Her ne kadar kendi sınırlarını zorlayan çıkışları olsa da dengelere dikkat etmekten geri durmamaktadır, Türkiye.

Bu bağlamda gündeme gelen ABD ile Türkiye’nin “alış-veriş listesi” ve bir süredir devam eden malum sorunların, iki ülkenin görüşme masalarında öne çıkması manidardır. Kimi gözlemciler bu yöndeki gelişmeleri sürpriz olarak değerlendirmektedirler. Kimileri de bunları, doğal gelişmeler olarak okuyabilmektedirler. Öyle ya, ABD’nin bölgede yaşadığı açmazlar ortada. Türkiye’nin de gelinen aşamada, -arkaplanda başta ABD olmak üzere müttefiklerinin bulunduğu- terörle mücadele konusunda giderek netleşen (ve sertleşen) politikaları da bilinmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin güney sınırlarındaki iki ülkeye yapacağını deklare ettiği harekatlarla ilgili ABD’nin sessizliği de anlamlıdır. Aynı zamanda ABD’nin askeri varlıklarının bir kısmını Suriye’den çekeceği konusunun yeniden gündeme taşınması da manidar gözükmektedir. Bu arada Irak’taki güç dengesinin yeniden kurgulanması süreci de gündemdeki yerini korumaktadır. Yani, bölgedeki son gelişmeler, ABD-Türkiye ilişkilerinin yeniden masaya getirilmesini zorunlu kılmaktadır. Türkiye’nin denge/dengeci politikaları ve ABD’nin özellikle bölgede Türkiye’ye olan ihtiyacı, malum gündemlerin masaya taşınmasına neden olmaktadır. Yine, bu çerçevede, Türkiye’nin ikinci “nükleer santral” ihalesinin de Rusya’ya verildiği haberlerinin yanında ABD’nin de Türkiye’ye “nükleer reaktör vereceğiz” haberlerini de okuyabilmemiz mümkün olabilmektedir.

Peki, iki müttefikin, özellikle son yıllardaki tüm yaşananlara rağmen ikili ilişkilerini tekrar dengeli bir zemine oturtabilmeleri mümkün mü?

Bu sorunun cevabı, bilhassa Türkiye’nin son zamanlarda yaşadıkları ve sistem içi çıkış arayışı karşısında müttefiklerinin tavırları dikkate alınarak verilebilirse anlamlı olur. Aynı zamanda Türkiye’yi 1947’li yıllardan beri vesayeti altında bir ülke olarak okuyan ABD’nin de gelinen aşamada Türkiye’nin duruşunu nasıl okuduğu da söz konusu sorunun cevabını esastan etkileyici bir husustur. Zira, geniş anlamıyla, kendi bölgesinde, -güvenliği ve geleceği için- ciddi riskler ve fırsatlar olduğunun bilincinde bir Türkiye’den bahsedilmektedir, artık. Enerji koridorları başta olmak üzere, ulaşım/ticaret koridorları da dikkate alındığından vazgeçilmez öneme sahip bir Türkiye gündemdedir. Aynı zamanda sistem içi çıkış arayışını, ‘tarihi ve stratejik bir eksende’ yürüten Türkiye’nin jeopolitik avantajlarının yanı sıra moral değerler açısından bölgedeki üstünlüğü de dikkatli gözlerden kaçmamaktadır. Ne var ki belirsizlikleri bir hayli fazla olan jeo-politik bir zeminde ilerlemek durumunda olan bir Türkiye’den de söz edildiği de gözden kaçırılmamalıdır.

Bu çerçevede, son günlerde gündemin birinci sırasında yer alan Kalkınma Yolu projesi, kritik bir öneme sahiptir. Basra’dan başlayarak Irak üzerinden Türkiye’ye bağlanmak istenen koridor, bölgedeki birçok ülkeyi ilgilendirdiği gibi ABD/Batı içinde stratejik öneme sahip bulunmaktadır. Her ne kadar projenin hayata geçirilmesinin önünde bazı engeller olsa da, bir süredir geçiş yollarıyla ilgili tartışmalar dikkate alındığında projenin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Tüm risklere ve zorluklara rağmen söz konusu koridor ile ilgili Irak ve Türk makamları, bir süredir, görüşmelerini üst düzeyde sürdürmektedirler. Irak ve Türkiye’nin, konuyla ilgili, öncelikle jeo-politik bir mutabakata varmış olmaları çok önemlidir. Aynı zamanda, iki ülkenin ulusal güvenlik ve gelecek kaygıları da konunun önemini arttırmaktadır. Şüphe yok ki böyle bir projenin gerçekleştirilebilmesi için ABD-İsrail desteğine sahip terör örgütlerinin hizaya getirilmeleri de olmazsa olmazdır.

Türkiye’nin Filistin’de Sistem içi Çıkış Arayışı

Filistin’de devam eden soykırım ve işgal planına tam destek veren ABD’nin, duruşunda ciddi bir değişiklik olmadan geçen 5 aydan sonra, -ilkesel ve ahlaki bir gerekçeye dayanmasa da- tarafları ateşkese zorlayan nedenlerin gündeme taşınması bile önemsenmektedir. Gazze’ye yapılacak ‘geçici liman’ üzerinden yardımların arttırılması yolundaki Biden’ın açıklaması bile dikkate değer. Zira, hak-hukuk ve adaletin yerini, ‘güçlünün haklı görüldüğü’ bir dünya düzenin alması ve bu düzenin de iki yüzlü “Batı medeniyeti”nin damgasını taşıyan bir arkaplana sahip olması, söz konusu katliamı/soykırımı durduracak bir gücün ortaya çıkmasını engellemektedir. Ve kendilerini İslam ile tanımlayanların da bir “güç”, bir yapı/teşkilat oluşturamadıkları bir dünyada böyle göstermelik bir adım bile önemsenebilmektedir. Dahası halkı müslüman olduğu iddia edilen ülkelerdeki sistemlerin hatalı tanımlanmaları ve dolayısıyla bir ülkelerden olmayacak şeylerin beklenilmesi de ciddi bir açmaz olarak karşımıza çıkmaktadır. Bahse konu hatalı okumalara ve dolayısıyla olmayacak beklentilere sahip ülkelerin başında da (ılımlı) Laik-Demokrat/Batı referanslı Türkiye Cumhuriyeti gelmektedir. Ve söz konusu Türkiye’nin Filistin’de iki devletli çıkış arayışının da doğru okunması ve olmayacak beklentiler içine girilmemesi gerekmektedir.

Mevcut konjonktürde yeni Türkiye’nin Filistin konusunu, sistem içinde, belirli bir yere oturtma gayretine şahit olmaktayız. Ve son planda, Aksa Tufanı harekatı sonrası yaşananlar karşısında yeni Türkiye’nin, sistem içi çıkış arayışı bağlamındaki sınırlarını da zorlayarak bir duruş sergilemesini de kendi mantığı içinde okumak durumundayız. Kuruluş aşamasından bu yana, küresel ve bölgesel sistemlerin bir parçası olmasına rağmen Türkiye’nin, değişen şartlar ve yeni denge arayışı sürecinin açtığı alandan yararlanarak adımlar atmasının da doğru anlamlandırılması gerekir. Türkiye’nin, -tarihi ve stratejik bir arkaplana yaslanarak- “sistem içi” çıkış arayışının niteliği doğru okunabilmelidir. Tüm bu hatalı okumaları bir kenara bırakarak doğru tanımlamalar ve anlamlandırmalarla konuyu analiz etmeye çalıştığımızda Türkiye’nin ne yapmaya çalıştığı ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin, değişim ve dönüşüm süreci yaşayan küresel ve bölgesel sistemde Filistin’in bir ulus devlet olarak kabulünün arayışındadır. Bu coğrafyada, iki devletli, başkenti Doğu Kudüs olan ve “garantörlü” çözüm arayışlarını bir çıkış olarak görmektedir Türkiye…

Velhasıl, yeni Türkiye okumalarımızda “ideolojik duruşumuzu” koruyarak yaptığımız reel-politik okumalarımız ile ne demek istediğimiz çok açık olmasına rağmen hatalı yorumlar yapanlar bir tarafa, (ılımlı) Laik-Demokrat/Batı referanslı Türkiye ile ilgili küresel odakların okumaları dikkat çekicidir. Bakınız ne diyorlar, yeni Türkiye’nin sistem içi çıkış arayışındaki geldiği aşamayla ilgili…

Avrupa Basını…

  • Türkiye, Akdeniz’in en büyük gücü haline geldi.
  • Erdoğan’ın/yeni Türkiye’nin derin adamları dengeleri değiştirdi.
  • Eğer Akdeniz’de Türkiye ile bir anlaşma söz konusu olmazsa (Akdeniz’e taraf) hiçbir ülke ve Avrupa amacına ulaşamaz.
  • Türkiye’nin Akdeniz’deki gücü Avrupa’daki etkinliğini de arttırdı.
  • Türkiye’nin aynı zamanda masaya koyacağı güçlü bir ordusu ve ordunun sürekliliğini sağlayacak (ileri düzeyde) Savunma Sanayisi de mevcut.
  • Avrupa, Türkiye düşmanlığı ile daha doğrusu “Cumhur İttifakı” düşmanlığı ile istediği sonuca ulaşamadı.

Tam tersine, ABD güdümündeki Avrupa bile Türkiye’ye muhtaç durumda.

(Rus) Askeri Stratejik Analizler yapan bir site…

  • Türkiye’nin hızla büyümesi ve sistem içi çıkış arayışı…
  • Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya’da yeni bir düzen kurma çabasında. Ve kurulacak o düzenin hem lideri ve hem de garantörü gözüküyor.
  • Türkiye, bölgede, ABD’nin yerini alma potansiyeline sahip. Rusya ise güney sınırlarında (süreç içerisinde) daha çok sorunlarla karşılaşacak gibi gözükmektedir.
  • Türkiye, yeni stratejisi ile önce Büyük Turan, sonrasında Türk-İslam imparatorluğu peşinde.
  • Aynı zamanda Türkiye, enerji konusunda (bölgede) giderek güçlenmekte ve AB ile ilişkileri yeni bir döneme doğru evrilmektedir.

 

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir